1- İktidar partisinden başlayalım. AKP, seçim sonuçlarını doğru okuyor mu sizce?
AKP’nin seçim sonuçlarını okumaya ilişkin yaklaşımının iki boyutlu olduğunu düşünüyorum. Birinci boyut sonuçlara ilişkin kamuoyuna aktardıkları, ikincisi kendi içlerinde yaptıkları değerlendirmeler. İlk boyutta kendi seçmen kitlesinde başarısızlığı kabullenmenin ve dillendirmenin zaafiyet yaratacağı endişesiyle “AKP kaybetti’ izlenimi verilmek istenmiyor. İkincisi içeride daha gerçekçi değerlendirmeler yapıldığı kanaatindeyim. Fakat her koşulda içeride de sonuçları doğru okumanın bir sınırı olduğu açık. AKP, 22 yıllık iktidarın vermiş olduğu özgüven ve imkanlarla devleti AKP’lileştirdiği gibi, toplumu da topyekün AKP’lileştirmekte olduğu yanılsamasından kurtulamıyor. Oysa ki devleti kontrol etmek elinizdeki iktidar aygıtlarıyla kolaydır, toplum ise akışkandır. Kendisi için kapanan her kapının ardından açık kapı bulmaya ve oradan akmaya müsaittir. 31 Mart’ta olan; AKP’nin kendi çekirdek destekleyicileri için yıllardır ardına kadar açık tuttuğı kapıları bu kitlenin dışında bulunanlara kapatmaya başladığı anda, çekirdek, doğal müttefiklerin dışında kalanların CHP kapısından girmeye başlamalarıdır. Sayısal olarak azımsanmayacak ve AKP’yi ikinci parti yapan bu kitlenin sandığa gitmeme ya da CHP gibi başka partilere oy vermek suretiyle dışarıya çıkma gerekçelerini bu anlamda doğru okudukları kanaatinde değilim.
2- AKP’nin israfı benimsemesi ne kadar etkili oldu?
AKP’yi iktidara taşıyan dinamik siyaseten ve iktisaden dışlandıklarını iddia ettiği kesimleri sistemle, sunduğu imkan, fırsatlarla adil, hak temelli buluşturma iddiasına dayanmaktaydı. Belirli bir süre merkezden taşraya uzanan siyasetçileri ve kendisini destekleyenlerin bir kısmına bunu sunma konusunda bir miktar başarılı oldu. AKP çarkı diyebileceğimiz bu yapının dışında kalanları ise idare etti. AKP’nin ürettiği bu elit-çekirdek seçmen koalisyonu bir süre sonra iktidar olmanın bu işlevini bir doğal hak temelli imtiyaz olarak görmeye başladıkça, imkan ve fırsatları yaymak ve toplumsallaştırmak yerine daha dar parti grubuna ve sadık seçmenlerine takdim etmeyi tercih etti. Bu andan itibaren dar partizan elit ve seçmenleri imtiyazlı, ayrıcalıklı bir sınıfa dönüştü, siyaseti salt kendileri, yakın çevrelerine hizmet eden adeta bir uhrevi aygıt ve süreç olarak görme yanılgısına düştüler. Siyasetin kaynakları, fırsatları sadece bu sınıfın hizmetine sunulduğu için, dün sistemin dışında kalanlar bugün sistemin merkezine oturmanın verdiği özgüvenle siyasetin iktidarı elde edenlere bahşedilen tüm imkanları kullanma, bunu da tiyatroda sahneye konan bir gösteri şeklinde icra etmeye başladılar. İmkanlar ve fırsatlar bir süre sonra gösteriyi gösterişe dönüştürdü. Bu durum doğal olarak liyakattan uzak tarz nedeniyle yönetme kabiliyetini yitirdi, ekonomiyi de sarstı. 31 Mart sonuçları bu anlamda küçülen pastada kremalı büyük pasta dilimini paylaşanların “siz pasta kırıntılarıyla idare edebilirsiniz” diyenlerine karşı yükselen bir itiraz, hatta hınç olarak okunabilir.
3- Yasaklar, sansür, demokratik hakların kullanılamaması, kısıtlanan özgürlükler bu sonuçta etkili oldu mu?
Türkiye’de toplumun baskın milliyetçi, farklı tonlardaki muhafazakar karakteri, devlet marifetiyle sürekli olarak yeniden üretilen otoriter kodların kitle zihninde yerleşmesine, azımsanmayacak bir kesimde tek hakiki gerçeğimiz olarak algılanmasına neden olmaktadır. Bu imal edilen hakikatte insan hak ve özgürlükleri, demokratik değerler, demokratik hakların kullanılması, sansür, yasaklar karşıtlığı seçmenin parti bağlılığında, iktidar tayin eden çoğunluk için kimin yöneteceğine karar vermede asli ölçütleri değildir. Bu nedenle, ne 14 Mayıs’ta ne de 31 Mart’ta bu politikaların sonuç tayin edici boyutta etkili olduğunu söyleyebiliriz.
4- AKP’li vekil Şebnem Bursalı’nın ıstakozlu fotoğrafları çok tartışıldı. AKP’nin çöküşünün simgesi olabilecek bir fotoğraf mıydı?
31 Mart’ın AKP için bir çöküş olduğundan pek emin değilim. Fakat en azından bu riskin artık varolduğu izlenimi oluşmuştur denilebilir. Çeyrek asırlık bir iktidar partisinin kendisine bağlı bir sosyoloji inşa edip, bunu iktidar kaynaklarıyla, lidere sadakatle, davaya hizmet! motivasyonuyla inşa etmesi durumunda bir seçimde çöküş yaşaması siyasetin doğasına aykırı. Fakat, iktidarın sunduğu kaynaklar, lidere sadakat zayıflamış, bir kısım destekçiler için davaya hizmetin bir illüzyondan ibaret olduğu anlaşıldığı andan itibaren bir süreç başlar. AKP için o anın 31 Mart olduğunu düşünüyorum. Medyaya yansıyan o fotoğraf AKP iktidarına yönelik sosyolojik desteğin zayıflaması yolunda partizan seçmen dışında duygusal özdeşlik yitimi için bir görsel malzeme işlevi görmüştür demek mümkün.
5- Abdülkadir Selvi’nin yazdığı normalleşme yazısı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Özgür Özel ile görüşmeye kapı açması… Kimine göre elindeki tek argüman daha da sertleşmek olan Erdoğan’dan siz bir yumuşama bekliyor musunuz?
Siyasette olan bitenin, duysusallık ve tepkisellikten uzak, rasyonel bir okuma anlamında iktidarla muhalefetin bir arada yaşamasının imkanlarını temellendirme adına önemli ve değerlidir. Aslında olağan bir demokraside bu konular haber değeri bile taşımayacak siyasal süreç çıktıları olmakla birlikte, şiddetli politik kutuplaşmaya mahkum edilmiş bir ülkede normale dönüş sembolleri olarak kabul görülüyor. Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olarak süreci nasıl yöneteceği, yumuşamanın mı sertleşmenin mi baskın olacağı tartışmalarında tek belirleyici kendisi. Fakat işi kolay değil. Güçlenen muhalefet, muhalefet içinde özellikle İYİ Parti’nin ne olacağı, ekonomik alanda yaşanacak gelişmelerin her birine göre Erdoğan’ın elinde karabileceği farklı kartlar mevcut. 31 Mart sonuçları kartların yumuşama amaçlı karılması mesajını verdiği kanaatindeyim. Cumhurbaşkanı da bunu isteyebilir. Çünkü, pragmatik politik mizacı buna yatkın. Fakat sorun müttefikinin buna razı olup olmayacağı.
6- AKP toparlayabilir mi? Siyasi partiler tarihi bize ne söylüyor?
AKP örneğinde bir parti çok partili siyasi hayatımızda yok. İktidar ömrü, siyasi, ideolojik kimliği, tabanının ideolojik, sosyolojik nitelikleri itibarıyla diğerlerinden çok farklı. Üç çeyrek asırlık siyasi hayatımızda hem kendisi dönüşen hem de toplumu olumlu ve/veya olumsuz şekilde dönüştüren tek parti. ANAP ve DYP’nin çöküş örneklerinden yola çıkarak bir değerlendirme yapmak kolay olmasa da belki de tek benzerliklerinden söz edebiliriz. Her iki partiye ilişkin seçmenlerin önce mutabakat yitimi, ardından tükenişleri, sosyolojik yapıdaki değişimin tetikleyiciliğinde seçmenleri değişirken, kendilerinin değişime direnmeleriyle ilgiliydi. AKP’nin gücünü koruduğu dönemlerde diğerlerinden farkı, değişimi okuma ve gereklerini yapma konusundaki kapasitesiydi. 2015’ten itibaren gerilemeye başlaması kendisini doğuran toplumcu reflekslerle değil, devletçi, otoriter, tektipçi reflekslerle siyaset yapması, sosyolojik değişime, zamanın ruhuna uygun politikalar üretmekten vazgeçmesiyle ilgilidir. Parti devletine dönüşmesiyle eş zamanlı olarak yüzünü devlete, sırtını topluma dönmesi, devletin ve particilerin çıkarlarını toplumun çıkarlarının önüne koyması bunda belirleyici olmuştur. Öncelikli meşruiyeti devlet ve particilerden alan siyaset tarzı ve yönetme pratiklerinin toplumun taleplerini okuması kolay değildir. Bu saatten sonra toparlanabilmesi devletten güç alarak mı yoksa toplumun rızasını yoğunlaştırarak mı siyaset yapacağına bağlı. ANAP ve DYP bunu başaramadı ve çöktü. AKP başarabilir mi sorusunun yanıtı liderin tercihine bağlı. Zor olduğunu belirtmek gerekir. Tabii ki belirli bir sosyolojiye oturan, sınıfsal ittifakları güçlü bir parti için süratli bir buharlaşma da sözkonusu olmaz.
7- MHP ne ders çıkarmalı ve sizce bir ders çıkarıyor mu?
Mevcut partiler içinde kanımca konfor alanı en geniş parti MHP. 31 Mart’ta görüldüğü gibi, pek fazla kampanya yapmadan, seçmen tabanında bir miktar kayıp yaşasa da, bunu büyük ölçüde koruyan bir parti. Bunun nedeni, katı bir ideoloji partisi olması, partide lidere olan bağlılık, ülkenin belirli seçim coğrafyalarında her zaman seslenebileceği ve sesini duyan bir seçmen kitlesinin varlığı, bir ittifakın ayrılmaz parçası oluşu ve siyasi yelpazede ideolojik olarak kendisiyle rekabet edebilecek kurumsallaşmış bir partinin bulunmamasıdır. Özellikle katı ideolojik partilerde seçmen kaybetmek zor, fakat giden seçmeni geri çağırmak daha zordur. Ders çıkarıp çıkarmamaya sıra, muhtemelen yapmakta oldukları analizler ve değerlendirmelerden sonra gelecektir.
8- Gelelim CHP’ye. Yerel seçimlerin birinci partisi olması kimilerine göre seçmeninin AKP’yi cezalandırmasıyla oldu, kimilerine göre doğru strateji izlendi? Hangisi
CHP’nin yerel seçimlerde birinci parti olmasının nedeni tek başına ne biri ne de diğeri. Çok yönlü ve çok boyutludur. 31 Mart Chantal Mouffe’nin ifadeleriyle politik ve sosyo-ekonomik değişimlerin baskısı altında üretilen hakim ideolojinin giderek çoğalan, doyurulmamış taleplerden dolayı istikrarsızlaştırılan bir “popülist moment”e denk düşmektedir. Mouffe’ye göre böyle durumlarda mevcut kurumlar varolan düzeni müdafaa etmeye çalışsa da, halkın bağlılığını sağlamakda başarız olurlar. Sonuçta bir hegemonik oluşumun toplumsal temelini sağlayan tarihsel blok parçalarına ayrılır, ardından adaletsizlikle malul toplumsal bir düzeni yeniden yapılandırmaya mahir yeni bir kollektif özneyi inşa etme ihtimali ortaya çıkar.
Seçmen son yıllarda kendisine yaşattıkları nedeniyle AKP’yi cezalandırdı. Aslında 2015 sonrası her seçimde bunu yaptı, fakat adresi ittifaktaki diğer partiydi. Bu kez ya sandığa gitmedi ya da IPSOS’un son araştırmasına göre 10 seçmeninden biri CHP’ye oy verdi. Neden CHP? sorusunun yanıtında öne çıkanlar; lider değişimiyle verilen ‘değişiyoruz’ mesajı, bunun ikna edici olması, başta İstanbul ve Ankara’daki başarılı belediyecilik uygulamalarıyla ‘biz yerelde yönetme konusunda mahiriz” mesajının yerel yönetim icraatlarıyla karşılığının seçim öncesi tescil edilmesidir. Ayrıca, partizan seçmen olmayan kitlelerin ekonomik krizde yaşadıkları nedeniyle, katı ideolojik ayrışmalar, ‘sağ’, ‘sol’ etiketleri, kimliklerin başat rolü başarılı aktörlerin ikna ediciliği karşısında başta büyük kentler olmak üzere, çoğu kentte rafa kaldırıldı. Adıyaman, Afyon, Kütahya, Manisa’da yerel yönetimlerin el değiştirmesi başka ne ile açıklanabilir ki? Kanımca, bu seçimde yıllar sonra seçmen cezalandırma ve ödüllendirme reflekslerini aynı anda ilk kez bu ölçüde yoğun gösterdi.
9- CHP’nin bu başarısının gelecek Genel Seçimde de sürmesi için neler yapmalı ve en önemlisi neler yapmamalı?
CHP 31 Mart’ta elde ettiği bu başarıyı genel seçimde de sürdürmek için, Mouffe’nin “popülist moment”ine denk düşen bu dönemde Gramsci’nin eskinin ölmekte olduğu, yeninin ise henüz doğamadığı durumu tanımladığı “interregnum” a uygun kollektif özneyi-halk- hayata geçireceği yerel politikalarla inşa etme çabasına girişmeli. Kollektif özneden kastettiğim; parti, yerel yönetim imtiyazlı olmayan, tüm kesimleri hak edici, halkçı yerel yönetim politikalarıyla kucaklayan, buna belediyelerinin başardıklarıyla inanan ve CHP’nin yönetmesine rıza gösterecek bir çoğulcu kollektif özneye dayalı sosyolojidir. Bunun yolu, seçmeni partizanlaştırmadan toplumsallaştırarak, mahalli müşterek taleplerine yanıt politikalar üretmek ve sunmaktır. Dolayısıyla, yapılmaması ve uzak durulması gerekenler; yerel yönetimlerde CHP’nin kendi kollektif öznesini inşa etmemesi, partizan ve salt seçmenlerine hizmet sunan bir aygıta dönüşmemesidir. CHP’yi başarıya götürecek olan; kollektif talep, çıkarları karşılamaya yönelecek belediyecilik modelidir. İmtiyazsız, hakçı, halkçı, sosyal dışsallıkları çok güçlü belediyecilik uygulamalarıyla seçmen CHP’nin merkezi iktidarın önümüzdeki seçimlerde alternatif partisi olduğuna ancak bu şekilde ikna edilebilir.
10- Peki ya İYİ Parti?
İYİ Parti’nin temel sorunu, kurulduğundan bugüne kendine bir yol bulma konusunda seçmeni ikna edici karar verememisidir. Türkiye parti siyasetine merkeze yeni bir soluk vermek üzere, ideolojik, siyasi kimliğini merkez sağda konumlandırma hedefiyle yola açıksa da, gelinen noktada nerede durduğu belirgin olmayan, seçmenin neye göre ve niçin oy vereceği sorularına yanıt veremeyen bir partidir. Bunun nedeni; berrak olmayan kimliğidir. Bir siyasi partinin kimliği berrak değilse, seçmenin zihni de o partiye yönelme konusunda net olmaz. Bir seçimde lideri hatırıyla, rakiplere olan karşıtlıklarla oy verirken, bir diğer seçimde partiden uzaklaşır. Kimlik belirsizliği lider ve elitlerin istikrarsız politika okumalarıyla da yakından ilgilidir. Akşener’in son iki seçimdeki söylem istikrarsızlığı düşünüldüğünde, bu durum anlaşılabilir. Parti kimlerle, kimin için ve kimlere karşı siyaset yapma konusunda net değildir. Hal böyle olunca yönelebileceği tek açık yol olan yenilenmiş merkez sağı ideolojik, söylemsel olarak önce inşa etme, ardında o yola sapma konusunda tereddürler yaşıyor. Sonuçta seçmen nezdinde itibar kaybı artan bir parti olmaktan kurtulamıyor.